CLICK HERE FOR THOUSANDS OF FREE BLOGGER TEMPLATES »

30 Nisan 2013 Salı

Efe Deniz'e mektup var...





Dedemin Odası yazımın üzerine pek çok kişiden farklı farklı yorumlar geldi. Hepsi de çok güzel, hepsi de çok özeldi... ama bir tanesi vardı ki, beni çok duygulandırdı...
İlkokuldan sonra hiç görüşme fırsatımın olmadığı bir arkadaşımdan bir mail aldım yazımın üzerine.
Maili okuyunca o kadar duygulandım ki, paylaşmadan duramadım. İşte duygu dolu arkadaşımın maili ve Efe Deniz'e mektubu...

İlk Arkadaşlarımdan Cimcime Başak ;


Blogundaki yazdıklarını takip ediyorum.Ben de birşeyler yazdım, beğenirsen okutursun zamanı gelince...


On yıl sonraki Efe Deniz’e,



Dedenin öldüğüne inanacak kadar saf mısın gerçekten ?

Yıllar içinde büyürken “ölüm” ile ilgili bir sürü sözler duyacaksın, tıpkı benim duyduğum gibi.

Bazıları;

“Toprak oldu,gitti.”

“Hayatı son buldu, hayata veda etti.”

“Son nefesini verdi.”

Ve bunun gibi bir sürüleri…Bunlar herkesin sözleridir. Otobüste duyarsın, televizyonda duyarsın, yürürken kalabalıktan birisinden duyarsın, gazeteden duyarsın.


Ama bir de başka sözler vardır.Onları herkesten duyamazsın. Arar bulursan, benim karşıma çıktığı gibi senin de karşına çıkar.


Derler ki ;

Ruh bedene büründü..

Birisi de der ki ;

Bütün bedenler ruha girer çıkar, tıpkı denize dalar gibi ! Evet,bedendir ruhtan çıkan.

Seni çevrene sevimli kılan, o ruhun orada kıpırdanışıdır. Hareketi bırakırsak seni de beni de gömerler.

Neden gömerlermiş biliyormusun ?

Ruh bu bedeni bırakırsa, beden, ruh alışverişi daha düşük olan toprağa düşer ve ruh alışverişinin daha yüksek olduğu ortamlara gıda olur.

Bu hepimizin bedeni için geçerli..Ama şimdi ki soru Ruh’a ne olacak ?

Hani o güzel hatıralar yaşadığın dedenin ruhu ne olacak, hakiki deden, gerçek deden ne olacak ?

Dönecek denizine…Ezeldeki haline, hani birbirinizle ilk tanıştırıldığınız yere..Sözleştiğiniz yere..Buluşacağınız yere…

Ama şu an sen buradasın... sen buradan ona selam yolladığın zaman emin ol o seni duyacak..

Duymaması mümkün mü, o seninle Ezelde tanıştırıldı çünkü…

Dua ettin mi,buradan aldığın nefesi oraya verirsin..Orada alınanı da buraya..

Bunun esintisini bile duyarsın…

Hani ailenin büyükleri sitem eder ya ,az gelip gidiyorsun diye, sitemdir bu, kızgınlık,öfke değildir hiçbir zaman…

Dua ettin mi ,selam yolladın mı esinti durmaz, sitemler kalkar, ezelden beri var olan sevgi tekrar hissedilir aranızdaki…


Rahmetle…

glitter-graphics.com

26 Nisan 2013 Cuma

Dedemin Odası




(Annenin kaleminden, Efe Deniz’in gözünden dedesi…)




Sevgili dedeciğim,

Hala inanamıyorum beni bırakıp gittiğine…

 
Arkadaşları anneme soruyorlar çocuklar nasıl karşıladı diye. Annem gözleri dolarak anlatıyor benim hislerimi. Söylediklerine göre defalarca prova yapmış senin yokluğunu bana nasıl anlatacağına dair. Herkesi tembihlemiş aynı dili kullanmak için. Ölümün hayatın bir parçası olduğunu anlatan o konuşmayı yapamadı annem. Hayat provalardaki gibi olmuyor dedeciğim. “Biliyorsunuz dün hastaneden telefon geldi ve ben hızlıca evden çıkmak zorunda kaldım” dediğinde planladığı hiçbir cümleyi söylemesine fırsat vermeden anladım ben ne söyleyeceğini. Çok ağladım dedeciğim senin için. Sonra durdum ve bunun bir şaka olduğunu söylemesini istedim annemden. Şaka değildi ve sen artık yoktun. Sen hastanedeyken senin için yaptığım resimleri artık sana veremeyecektim. Annem mezarına getirebileceğimi söyledi ama sen artık eline alıp göremeyecektin. Duana neden götürmediklerini sordum. Nehir’i gösterdi annem. Minik kardeşim üzüntüye hiç dayanamıyor. Yok saydı annemin söylediklerini. Biz annemle sarılıp ağlarken “bebek gibi ağlıyorsunuz” diyerek bastırdı duygularını. Her zaman ki gibi midesine vurmaz umarım. Hemen anneanneme gitmek senin odana gelmek istedim. Senin-bizim odamız….

Anneanneme gelir gelmez koştum hemen, uzun uzun kolunun altına girip film seyrettiğimiz, sohbet ettiğimiz koltuğuna. Anneanneme sarılıp ağladım biraz. Sonra sildim gözyaşlarımı. Sen bana emanet etmiştin odanı. Şarjda duran cep telefonunu çıkardım önce. Ekranda anneannemle birlikte çekilmiş bir resminiz vardı. Senin tarafını sevdim parmağımla ve “ bu telefon artık benim, arayan olursa ben söylerim dedemin öldüğünü” dedim. Çekmecelerini dolaplarını açıp kontrol ettim. Eşyalarını vermesinler benim için saklasınlar diye tembih ettim. Sonra koltukta oturup uzun uzun inceledim etrafı…






Benim için bir odadan öteydi bu oda … kimi zaman bir stadyum, kimi zaman vahşi hayvanların ortasında bir orman, kimi zaman köpekbalıklarıyla yüzdüğümüz bir deniz ve çoğu zaman hayata dair arkadaşça sohbet ettiğimiz kocaman bir koltuk demekti benim için bu oda. Evin, hayatımın en özel köşesiydi. O odada ben kocaman bir adama, senin arkadaşına dönüşürdüm.

Duvarları hayata dair sözler, ve hayatındaki en önemli kişilerin resimleriyle, en çok da benim ve Nehir’in hey yıl adım adım büyüyüşümüzün kanıtlarıyla dolu bu oda benim için sihirliydi.






Saat koleksiyonun odanın her yerindeydi.

En çok guguklu saati severdim. Koltuğunun kenarına çıkıp saat başlarında ve buçuklarda o kuşun dışarı çıkmasını heyecanla beklerdim. Şimdi düşünüyorum da o kadar saat arasında zamanı durdurmamız mükün olsaydı keşke.

Dolaplarından birinde eski albümler duruyordu. Albümün kapağındaki resimden bile içinde hangi fotoğrafların olduğunu bilecek kadar bakmıştım o albümlere. Duvarlardan birinde “12 yaşından önce yapılacaklar” listemiz duruyordu. Tamamladıklarımızın üzerinde çarpılar vardı. “Daha tamamlayacak bir sürü maddemiz vardı” dedim anneanneme. “Birlikte tamamlarız” dedi gözlerindeki yaşlara engel olamayarak. Her köşesini, her eşyasını annemden ve anneannemden bile daha iyi bildiğim ve “ben ölünce bu oda senin” dediğin ama benim, bu lafın ne demek olduğunu anlamadığım, anlamak istemediğim bir odaydı. Şimdi anlıyorum. Sen bana bir oda değil hayata dair bir bakış, bir olgunluk bıraktın. Her ziyarete gelen ben iyi bir arkadaşımı kaybettim dedi. Ama ben en yakın arkadaşımı kaybettim.

Sen hep benim kalbimde yaşayacaksın dedeciğim…

5 Nisan 2013 Cuma

Hayat ve Ölüm üzerine


Sevgili çocuklarım,

Bu yazıyı yaşınız ilerlediğinde zaman zaman açıp okuyun. Bu yazımda size annece nasihat verme hakkımı kullanıyorum :)

Yaklaşık 13 gündür dedeniz yoğun bakımda. İkinizde yokluğunu hissediyorsunuz ama sen Nehir, yaşın itibariyle daha rahat geçiriyorsun bu günleri (şu an 4 yaşındasın ve sen durumun tam da farkında değilsin). Zaman zaman "ne zaman gelecek dedem, gelsin artık bana oyuncak alsın" diye sormak dışında kendi dünyandasın. Efe Deniz sen çok hassassın. Dedeni hastaneye kaldırmamızı takip eden 3 gün boyunca okuldaki her ilk bir saatini sayfalarca resim yaparak geçirmişsin (ki senin gibi hareketli bir çocuğun tarzı değil,öğretmenin bile şaşırmış). Bu resimleri eve getirip hepsini birbirine yapıştırdın ve hastaneden çıktığında dedene hediye edeceğini söyledin. Yine her akşam en az bir kere dedenin durumunu soruyorsun, onu çok özlediğini ve onun için çok üzüldüğünü söylüyorsun. Sen böyle söylediğin zamanlarda benim hüngür hüngür ağlayasım geliyor ama senin duygularını bu derece sakin, olgun ve dürüstçe söylemen karşısında toparlanıyorum. Duygularını açıkça söylemen öyle hoşuma gidiyor ki. Duygularını hiçbir zaman yakınlarından saklama oğlum. Her zaman ne hissettiğini açıkça söyle.

Dedenizin süreci uzamaya başlayınca içime bir korku yeleşti. Ya dedenizi kaybedersek bunu size nasıl açıklarım diye. Hemen bilirkişilerin yazılarını okumaya başladım. Pek çok iyi tavsiye edindim ama tatmin olmadım. Bu sebeple size bu satırları bugün olmasa da ileride "hayat" üzerine düşünmeniz için yazmaya karar verdim.

Montaigne "Dünyaya geldiğimiz gün bir yandan yaşamaya, bir yandan ölmeye başlarız." demiş. Hepimiz doğuyoruz ve ölüyoruz. Ölüm, hayatın bir geçeği ve bu gerçeği bilerek yaşamak gerekiyor. Ölüm, ölenden çok geride kalanları etkiliyor. Gideni özlüyor ama geri getiremiyoruz. Bu sebeple gideni unutmamak ama hayata da devam etmek gerekiyor.
Günün birinde ölüm hepimizin kapısını çalacak, önemli olan o ana kadar nasıl yaşadığınız. Eğer gerçekten "keşkeler" ile geçirmediyseniz hayatınızı, eğer kalp kırmadıysanız, eğer insanlara faydanız dokunduysa bedeniniz toprak altında dahi olsa hiç unutulmaz hep yaşarsınız.
Ölüm üzerine çok yazmayacağım bu sebeple. Ben size hayattan ve yaşamdan bahsedeceğim.
İnsan başına kötü birşeyler gelmediği zaman hayatı geldiği gibi yaşıyor. Sorgulama ihtiyacı hissetmiyor. Çaresiz kaldığı anlarda ise sorguluyor insan hayatı ve yaşamını.

Hayat planlanmıyor çocuklarım. Yarın, hatta bir dakika sonramız bile bir bilinmezlik. İşte bu yüzden her anı, hakkını vererek yaşamak gerekiyor. Büyürken hoşunuza gitmeyen pek çok şeye şahit olacaksınız. Şimdi bile zaman zaman "ama bu haksızlık" diyorsunuz bana (uyku saati sadece tatillerde esneyebilir ve bu haksızlık siz ilkokulu bitirene kadar devam edecek maalesef). Büyüdükçe daha da çok haksızlıkla karşılaşacaksınız. İnsanların her zaman iyi olmadıklarını öğreneceksiniz. (Şu andan itibaren nasihatlara başlıyorum) Karşınızdaki iyi olmasa bile siz iyiliğinizden taviz vermeyin ama haksızlık karşısında da sessiz kalmayın, doğrularınızı binlerce kişiyi karşınıza alacak olsanız dahi söylemekten çekinmeyin. Yanlız söyleyeceklerinizi söyleme biçiminizi iyi seçin, kalp kırmayın. Çalışkan, dürüst ve ahlaklı olun. Çalışkan olurken hayatı kaçırmayın. Sevdiklerinize her zaman zaman ayırın. Duygularınızı saklamayın; kızdığınızda kızdığınızı, sevdiğinizde sevdiğinizi söylemekten çekinmeyin. Üzüntülerinizi, hele ki göz yaşlarınızı saklamayın (Efe Deniz'cim erkekler ağlamaz lafına sakın itibar etme, ağlamak insani bir duygudur bunun kadını erkeği yoktur). Hayallerinizi ertelemeyin.Hayalleri ertelememek risk almayı gerektirebilir, risk almaktan korkmayın. Aldığınız riskin sonucunda başarısız olup dibe de vurabilirsiniz. Yıkılmayın, üzülün, ağlayın ama toparlanıp tekrardan başlayın. İş-güç-okul-ders buralardaki başarısızlıkların hiçbir önemi olmadığını aklınızdan çıkarmayın. Kırık not almanın, müdürle tartışmanın, işten çıkarılmanın hayatın sonu olmadığını bunların hayat içinde küçücük ayrıntılar olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Her başarısızlık yeni bir başarı için bir fırsat doğurur. Başarısız olduğunuzu düşündüğünüz anlarda tekrar tekrar denemekten vazgeçmeyin (Edisonun ampülü bulmak için 3 yıl uğraştığını unutmayın. İlk yıllarında ya da 2 yıl 11 ay sora olmuyor yapamıyorum deseydi şimdi kimse adını ampülün mucidi olarak bilmiyor olurdu). Çevreye,hayvanlara, insanlara duyarlı olun. Sosyal sorumluluk projerinde görev alın. Yardımsever olun. Maddi gücünüz iyi ise maddi olarak da destek verin. Paylaşımcı olun. Hiç kimse evini, arabasını parasını alıp da gitmiyor bu dünyadan. Çocuklarla, yaşlılarla, doğayla daha çok, bilgisayarla,televizyonla daha az vakit geçirin. Bir arkadaşım, "televizyon seyretmeyi bıraktım.Yaşanmış hayatları izlemek yerine, kendi filmimi yaşamayı seçtim" demişti. Kendi filminizi yaşayın. Yapmaktan hoşlandığınız şeylere zaman ayırın. Seviyorsanız bol bol kitap okuyun.Kitap okumak hem hayalgücünüzü hem iletişim becerinizi güçlendirir. Sevmiyorsanız,yeni ülkeler, yeni insanlar tanıyın. Farklı hayatları, farklı kültürleri keşfedin.  Gülümsemenin barıştırıcı, iyileştirici, bulaşıcı etkisi olduğunu aklınızdan çıkarmayın ve hep güleryüzlü olun.
Sevdiğim bir başka laf ise "hayat sana limon veriyorsa limonata yap" tır. Aşk hayatınızda hep olsun, sevgilinize, çocuğunuza, fotoğraf çekmeye, müziğe ya da neyi seviyorsanız hep aşkla bağlanın, aşkla yaklaşın.
Ve zaman zaman sorun kendinize "yarın olmayacak olsam" bugün ne yapıyor olurdum?
Demek nasihat vermek böyle birşey insan kendini durduramıyor...(yaşlanıyor muyum ne???)
Özetlemek gerekirse;
Daha önce bir yazımda "hayat küçük anların birleşkesidir". demiştim.
Hayatımızın süresini bilemiyoruz tek bildiğimiz içinde bulunduğumuz an. Siz nasıl tasarlar nasıl yaşarsanız öyle oluyor hayat. Her anı, doya doya, içinizden geldiği gibi, sanki yarın yokmuşcasına yaşayın çocuklarım.
Ve hayat bitse bile sevginin yok olmadığını unutmayın!






glitter-graphics.com