CLICK HERE FOR THOUSANDS OF FREE BLOGGER TEMPLATES »

11 Mayıs 2012 Cuma

İçimdeki baharlar

Sadece baharın etkisi değil bu biliyorum.


Güneş dışarıdan önce benim içime doğdu sanki.


Baharı önce içimde hissettim ben.


Önce ılık bir rüzgarla sallandı yeşeren yapraklar, sonra pembe pembe minik çiçekler açtı. Güneşin ışıkları ılık ılık değdi tenime.


Böyle zamanalarda dönüp bakılmaz geriye ama ben iyi niyetle döndüm baktım 1 yıl önceye. Zaten baharı da bu geriye bakış getirdi ruhuma.
Nasıl mı?

Hadi geri dönelim:

 Uykusuz geçen bir gecenin ardından sabah altıda çalan saatin sesiyle zorla yataktan kalkarken tekrar uyanıp beni bırakmak istemeyen minikler sebebiyle ucucuna yetiştiğim servisle 1,5 saat süren Dilovası yolculuğumun ardından 80 metrakarelik bir ofiste dünyadan kopuk, sıfır iletişimle geçirilen 8 saat ve iş çıkışında 2-2,5 saat süren servis yolculuğu sonrasında eve varışla karşılaşılan kriz ortamı. Her gün birbirine girmiş 2 küçük canavarı ayırmaya çalışma çabaları, sırtta, omuzda hoplatılıp zıplatımasına rağmen memnun edilemeyen minikler. Tutulan bele rağmen eğilip kalarak değiştirilen 20 küsürüncü kıyafetler, ikna kelimesinin anlamını yitirdiği anlar, biri biterken diğeri başlayan ağlama sesleri, uykuya direnirken eş zamanlı "annemle ben uyuyacağım kıskançlıkları" ve çocukları uyutmaya çalışırken sızılıp kalınan geceler...


Tüm bunların sonunda haftasonları geldiğinde "eyvah bittim ben yine haftasonu" diyen, pazartesi sendromu yaşamadan işe koşan, işte içtiği çay ve kahveden mutlu olan, ve neden mutlu olduğunu unutan yorgun bir anne...


Şimdi dönüp baktığımda iş-ev arasında dokuduğum mekiklere nasıl dayandığıma hayret ediyorum. Sanki o kişi ben değildim de şimdi uzaktan o kadını öylece izliyormuşum gibi geliyor.


Peki ne değişti?

Sabah yine aynı saatte kalkıyorum . Ev- iş arası trafikte geçen saatlerimi kitap okuyarak değerlendirebiliyorum çünkü gece uykum bölünmeden uyuyabiliyorum artık. Eve döndüğümde beni öperek karşılayan ve ne yaptıklarını anlatmak için yarışan minikler yemek yememe saygı duyup(çoğunlukla) oyun için beni bekleyebiliyorlar. Yine at- eşşek oluyorum ama en azından çocuklar çok belim ağrıdı dediğim zaman "tamam o zaman başka oyun oynayalım" cevabını alabiliyorum artık. Hatta çoğu zaman beni istemiyorlar oynarken. Birlikte film izleyebiliyor, sohbet edebiliyoruz artık. Bir sürü "neden" sorusuna cevap vermekten mutlu oluyorum. Biliyorum ki soru soran çocuk iyidir :). Sadece bizle değil kendi aralarında da sohbet ediyorlar.
Oyunlar kuruyorlar, tiyatro sahnesi yaratıp bize gösteriler yapıyorlar.
Çete olup bizi kandırıyorlar; Efe Deniz ısrarla beni çağırmaktadır. "Anneeee bir bakar mısın acil". Ben de elimde işim olduğunu 2 dakika sonra bakacağım" diyorum. Ses yükseliyor, "annee acil diyorum". "2 dakika Efe Deniz" diye cevap veriyorum. Kısa bir süre sessizlikten sonra ses 2 misline çıkıp "anne koş Nehir kafasını vurdu" diye haykırıyor. Fırlıyorum çocukların odasına, Nehir yerde muzur muzur gülüyor, Efe Deniz "şaka yaptım birşeyi yok, Ben 10 çorabımın tekini acil bulur musun?" diyor.
Gerip garip taklitler yapıyorlar; Bir yakınızımın vefatı ile ölüm ve dua kavramlarıyla tanışan 2 bıcırı akşam "mevlütçülük" oynarken buluyoruz. Efe Deniz yerde ve üstünde bir örtü, Nehir başında ellerini açmış dua etmekte....
Bizi çok ama çok güldürüyorlar; Nehir'in sarılarak ağlamaları karşısında Efe Deniz'in Nehir'e taktığı "Ağlak Koala" ismi, Nehir'in Efe Deniz'e geğirme ya da yanlış bir şey yaptığında "çok ayıp abi, bi daha olmasın" demeleri, ellerine aldıkları harita ile pijamalı ve çıplak ayak evden kaçış planları,Nehir'in elbise giyip, Efe Deniz'in papyon takıp karşımıza geçip biz evleniyoruz diyerek bale yapışları...


Sanırım 3 yaş bir dönüm noktası oldu.


İki çocuklu olmanın keyfini şimdi yaşıyorum.