CLICK HERE FOR THOUSANDS OF FREE BLOGGER TEMPLATES »

1 Kasım 2007 Perşembe

Deniz neden “Efe” Deniz oldu?

Kafama bir şey düşüyor… bu da ne ?!?Gözümü açıyorum,uyku sersemi Fikret’i görüyorum;
B- Ne yapıyorsun aşkım???
F- Anneler günün kutlu olsun!
Anneler günü, anneler günü “aaa evet ben bir anne adayıyım :)” ve kafamdan dökülen, daha doğrusu yatağın her tarafını kaplayan bu gül yaprakları benim ilk anneler günümü kutluyor.
Fikret bir elinde kocaman bir çiçek buketi, bir elinde üstüme döktüğü yapraklarla karşımda duruyor ve ben gözlerim dolu dolu bir şekilde gülüyorum.
Zaten son bir haftadır duygularım bir acayip olmuştu, şu halimi gören biri kesin deli teşhisi koyabilir.
Fikret beni yine şımartmış, mükemmel bir kahvaltı sonrası, sahile inip biraz çimenlerde oturup, temiz havada yürüyüş yapma kararı alıyoruz.
O da nesi, kotum çok zor kapanıyor. Ama bu şekilde çimlerde oturamam ki! Otursam bile düğmem kesin patlar. Göbeğim hala çıkmamış olmasına rağmen kıyafetlerim hafif hafif bana hoşça kal demeye başladılar.
En iyisi üstüme 2 beden bol gelen tulumu giymek.
Sahil cıvıl cıvıl, köpek gezdirenler, güneşlenenler, spor yapanlar…
Biz de uzun bir süre çimenlere yayılıp pazar keyfi yaptıktan sonra sportif takıma katılıp yürüyüş yapıyoruz.
Dönüşte Fikret karşımızdaki dükkandan “Deniz”in bana anneler günü hediyesi almak istediğini söylüyor.
Oğlumun/kızımın (o sırada cinsiyetini bilmiyorduk) bana gayri resmi ilk hediyesi. Düşünmesi bile beni heyecanlandırıyor.
Dükkana giriyoruz. Ne şanslıyım bu yazın modası sanki hamilelere özel tasarlanmış J. Göğsün altından bollaşan thisirtler, beli lastikli pantolon ve etekler. Cennete düştüm sanki :)
Ufaklığın bana ilk hediyeleri, demin sığamadığımın kotumun yerine neredeyse tüm yaz giydiğim beli lastikli kotum ve 2 tane çok cici thisirt oluyor.
Bari akşam yemeğini de dışarıda yiyelim diyoruz ve yemek sonrası eve dönüyoruz.
Planımız, duşlarımızı aldıktan sonra film seyretmek. Malesefki evdeki hesap çarşıya uymuyor ve muhteşem başlayan gün saat 20:00 itibariyle bizim için kabusa dönüşüyor…
Banyodan çıktıktan sonra, eşofmanlarımı giymek için eğildiğim sırada bir anda kanamam başlıyor.
Hemen doktorumuzu arıyoruz, kanama çok değilse endişelenmememizi ama yine de acil olarak hastaneye gitmemizi söylüyor.
Kanama çok değilse…kanama çok değilse mi?... ama kanama çok,hatta çoktan da çok hem de durmuyor.
İkimizde o an soğukkanlıyız, hemen giyinip en yakın hastanenin aciline gidiyoruz.
Acile vardığımızda, görevliler yüz tane soru sormaya kalkınca,hayatında çok nadir sesini yükselten ben birden soğukkanlılığımı kaybedip bağırmaya başlıyorum.
Beni bir odaya alıyorlar, damar yolunu açıp kan alıyorlar, acildeki doktor gerekli kontrolleri yapıyorlar ve hastanenin kadın doğum doktoruna haber veriyorlar.
Bu arada bende soğukkanlılıktan eser kalmamış, ağlayıp duruyorum. O kadar eminim ki bebeğimizi kaybettiğimizden.
Ben sürekli “bu kadar çok kanamaya dayanmış olamaz” diyorum, Fikret ise “sakin ol,hele bir doktor gelsin” diyor.
Doktorun gelmesi bana saatler sürmüş gibi geliyor.
Doktor, gecikmesiyle ilgili bir şeyler söylüyor ama benim kulaklarım uğulduyor, tek isteğim içeri girip ultrasonda bebeğimizi görmek.
İçeri geçiyoruz, “evet diyor, çok kan kaybetmişsin,ama bakalım bebek ne durumda?”
Ultrason aletini karnımda gezdirmeye başlıyor… Ve “işte burada,bakın kalp atışına…”demesiyle tüm dünya benim oluyor.



O zıplayan mercimek tanesini gördüğüm an, işte o an anlıyorum esas annelik duygusunun ne kadar güçlü olduğunu ve doğumdan ne kadar önce başladığını.
Doktor, bazı ilaçlar veriyor ve uzunca bir süre hiç kıpırdamadan, bardak dahi kaldırmadan sırt üstü yatacaksın diyor.
Onun uğruna her şeyi yaparım, gerekirse çivili bir yatakta bile yatarım diye düşünüyorum içimden.
İnsanın, değil yüzünü, tek bir uzvunu bile görmediği, mercimek kadar bir canlıyı, kendi canından çok sevmesi ne tuhaf bir his.
Sonrası sancılı, korkulu günler…
Kanama azalıyor, yok oluyor ama yatak istirahati devam.
Doğurduğumda “popo” diye bir çıkıntı kalmayacak, sırtım dümdüz bacaklarımla birleşecek herhalde diye düşünüyorum içimden.
Hareketli bir insan için sırtüstü, hiç kıpırdamadan yatmak korkunç bir işkence.
Denizle konuşmaya o dönem başlıyorum.
“Bak,yarum” diyorum. “Orda bir kordon var, ona sıkı sıkı tutun sakın bırakma, az kaldı, dayan”.
Fikret, benim bu sıkıntılı anlarımdan birinde, “valla çok üzdü bizi, en iyisi göbek adı “nazlı” olsun” diyiverdi.
“Nazlı” , “Nazlı Deniz” valla yakıştı dedim. Sonra biran sessizilik oldu ikimizde fark ettik ki içimize kızımız olacağı doğmuştu.
Ama ya erkek olursa?
“Peki dedim, erkek olursa göbek adı olmasın mı?”
O zaman da, bu kadar efelendiğine göre “Efe Deniz” olur.
1 ay kadar sonra Deniz’in Efe Deniz olduğunu öğrendik.
Şimdi her konuşmamda “bak oğlum içerde efeleniyorsun, tüm yaramazlıkları yapıyorsun ama çıktığında akıllı, uslu ve söz dinleyen bir bebek olacaksın” diyorum. Anne karnındayken bebekle konuşmanın işe yarayıp yaramadığını ise aralık ayı ortası itibariyle keşfedeceğiz :)

0 yorum var.Sen de yazmak istersen burayı tıkla...: